16 yaşındayım, yaşamı tanımaya, öğrenmeye ve sorgulamaya başladığım dönemdeyim..

Öfkem olur bazen anlaşılmadığımda, kızgınlığım olur bazen yaşadıklarıma, sessizliğim olur bazen de korkularımdan.. Belki de benim için en dayanılmazı, AŞK’ım olur bazen boşluklarımda..

Küçük bir sahil şehrin hırçın delikanlısı olarak yaşam sürerken yaşamın getirdiği üzüntü,sevinç,keder,öfke,sevgi gibi duyguları en dibine kadar yaşamanın gitgellerini yaşıyorum..Bu gitgellerin de tek sebebi ailem biliyor musun?

Annem ve babamın beni sevdiklerini düşünmüyorum çünkü onlar için varsa yoksa “derslerim”. Derslerim iyiyse hiçbir zaman sorun yoktu “sevilen,görülen,fark edilen” dim.. Derslerim kötüyse de “sevilmeyen, hiçe sayılan” biriydim..

Ortaokulda gayet başarılı, öğretmenleri tarafından parmakla gösterilen bir çocuktum. Derslerime o kadar önem verirdim ki dışarıya çıkıp “top” bile oynayamazdım. 16 yaşıma geldim ve şunu sordum kendime “kimin içindi bu yaptıkların?” Bu sorunun cevabını şöyle buldum. Mutlu muydum o masada otururken, mutlu muydum o kitabı okumaya çalışırken.. Cevabım çok net, HAYIR! Çünkü anne ve babamın gözüne girebilmek, onların beni sevmesi adınaymış her şey.

Liseye geldiğimde çok daha iyi anladım bunu..  Lisedeki ilk zayıfımı aldığımda “Neden bu dersin zayıf, elimizden gelen her şeyi yapıyoruz, daha ne istiyorsun” diyen bir babam vardı.. “Sen bizim emeklerimizi heba ediyorsun, okula hangi yüzle gideyim” diyen de bir annem vardı.. Bence koşullu bir sevgileri vardı bana karşı..

Çocukluğumdan bu yana bir kere bile başımı okşamadı babam biliyor musunuz? Annem ise “koşullu” öperdi hep.. 

Yıllarca aradığım koşulsuz! sevgiyi dışarıda buldum, AŞK’ı tattım yaşamda.. Birini sevdim koşulsuzca, o da beni koşulsuzca!..  Yaşamın getirdiği duyguları söyledim ya yukarıda, haahh işte onları iliklerime kadar yaşadım.  Terk edilmeyi de yaşadım, mutluluğu da, sevinci de.. Terk edilmenin de deneyimini tattım bu dünyada.. Artık bir çıkış arayışındayım, bu girdabın içerisinden kurtulmak istiyorum. Çöktüm artık, isteksizim hep, o kadar çok uyuyorum ki “düşünmeyeyim” onu.. Zevk alamıyorum yediklerimden, o çok sevdiğim “deniz” bile keyif vermiyor bana..

Ailemi soracak olursanız onlar hala “derslerimde” kaldılar.  Ben yaşamın getirdiklerinin anlamaya çalışırken, duymuyorlar beni.. Sesime kulak vermelerini istiyorum ama nafile be hocam..

 

Çocuklarımızı koşulsuz sevmek, onların yanında olabilmek belki de en önemlisi.. Başarı odaklı, üniversite kazanma hırsı yüklenen, kaldıramayacağı yükleri vermek gençlere.. Evet tamam duyuyorum sizleri “onların başarısını istemek suç mu” diyorsunuz.. Elbette değil ancak duygusal olarak doyurulmayan, fark edilmeyen, görülmeyen çocukların gelecekte eksik kalan duygularını dışarıda tamamlamaya çalıştığını görüyoruz.  Akşam evde babasından alamadığı güler yüzü, sokakta bekleyen kan emicilerden gördüğünde kendini değerli hisseder, annesinden alamadığı sevgiyi,ilgiyi de kendisine ilgi gösteren kişilerde arar bu genç..

Çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını görebilen, fark edebilen ebeveynler iletişimi kuvvetli, özgüven sahibi, duygularını ifade edebilen nesiller yetiştirirler.  Yani çocuklarının sesini duyabilen ebeveynler iletişimi kuvvetli, özgüven sahibi, duygularını ifade edebilen nesiller yetiştirirler. Evlatlarımız iyi olsun, başarılı olsunlar diye elimizden geleni yapıyoruz. Elimizden geleni yaparken acaba kendi isteklerimizi çocuklarımıza empoze mi ediyoruz yoksa onun istek, ilgi ve taleplerine kulak verebiliyor muyuz? Bu soruların cevabı sizde elbette değerli anneler, babalar. Şunu unutmayalım ki ergenin karşısında olan hiçbir zaman kazanamamıştır, onun koluna girin. Yaşamın anlamlandırmasına ve keşfetmesine beraber tanıklık edin.. En önemlisi de onların “sesimi duy anne, sesimi duy baba” sessiz çığlıklarına kulak verin

Klinik Psikolog Sabri ÇAKAR